Bundan bir kaç hafta önce Ataşehir
de Mimar Sinan Camisi ibadete açıldı.
Evime yakın olması ve geliş gidiş yolumun üzerinde olması nedeni ile inşaat
aşamasını izleyebilmiştik. Cami kubbesi yükselip minareler uzamaya başlayınca
caminin ölçeği anlaşılmaya başlandı. Tarihi yarım adadaki tüm büyük camilerle
yarışabilecek büyüklükte olmasına rağmen yanındaki gökdelenlerden dolayı
silüeti pek güdük görünüyordu. Buda caminin ihtişamına haksızlık.
Açılışta Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan Anadolu yakasının böylesi bir selâtin camisine, Cuma camisine ihtiyacı
olduğundan bu caminin yapımına karar verildiğini anlattı. Benim bildiğim selâtin camisi Osmanlı
sultanlarının ya da aile fertlerinin yaptırdığı camilere verilen addır. En
önemli görsel özelliği birden fazla minaresinin olmasıdır. Günümüzde mümkün
olan tüm camiler birden fazla minareli yapılıyorlar. Hatta teknolojinin bu
kadar geliştiği bu dönemde ezan okumak için minarelere çıkılmadığı ve ses
sistemlerinin geldiği noktayı düşünürsek fazla minare yapmak savurganlık, hatta
debdebe gösterisinden başka anlamı yok. Sadece bazen ramazan adetlerinden mahya
için iki minare gerektiği için bazı büyük ve topoğrafik olarak görüntüsü uygun
olanlar iki minareli olabiliyor diye düşünüyorum. Fakat her camiye birden fazla minare yapma çabası
tamamen israf.
Gelelim Cuma camisine: böyle bir
cami çeşidi ya da tipi olduğunu ilk defa duydum. Genel olarak ülkemizde
insanlar Cuma namazlarını camide ve yoğun bir kalabalıkla kılmasına rağmen
diğer vakit namazlarını camide kılmaya rağbet oldukça az. Bundan dolayı Cuma
namazlarında cemaati büyük olan camiler Cuma Camisi olarak sınıflanmaya başladı
galiba?
İnternette www.ataşehirmimarsinancamii.org
adresli bir site var. Bu sitede cami hakkında bilgiler var. Her ne kadar
caminin banisi belli olmasa da sanki banisinin ya da mimarının sitesi gibi
duruyor. Bu sitedeki bilgilere göre:
“Mimar Sinan Camii, İslâm
Medeniyeti’nde dinî mimarinin zirvesini teşkil eden, Osmanlı Türk mimari
uslûbunda tasarlanmıştır. Gelenekten geleceğe uzanan ve gelenekle teknolojiyi
bütünleştiren, bugünün inşaat teknolojisi ile Osmanlı uslûbunu meczeden bir
yapıdır. Bu suretle kültürümüzün gelenek zincirine orijinal yeni bir halka
ilave etmeye çalışılmıştır.”
“Mimar Sinan Camii, mekânda
vahdeti ifade eden, klasik mimarimizde tam olarak işlenmemiş, altıgen şemalı,
merkezî kubbe etrafında altı yarım kubbelidir. Mimar Sinan merkezî plan fikrini
olgunlaştırırken, Süleymaniye’den önce Beşiktaş Sinan Paşa, Süleymaniye ve
Selimiye Camileri arasında ise Kadırga Sokullu, Kazasker İvaz Efendi, Babaeski
Semiz Ali Paşa, Fındıklı Molla Çelebi, Topkapı Kara Ahmed Paşa gibi, altıgen
plan tipini 4-5 yarım kubbeli olarak farklı ölçülerde ve farklı mekân
anlayışlarında tatbik etmiştir.”
“Kendisinin vefatından sonra
talebeleri tarafından Cerrahpaşa ve Hekimoğlu Ali Paşa Camileri’nde de bu plan
tarzı olgunlaştırılmaya çalışılmıştır. Merkezî mekân altıgen planda,
diğerlerine göre daha kuvvetli hissedilir. Nitekim gerek Süleymaniye ve
Selimiye arasında ve gerekse vefatından sonra altıgen planın, ısrarla işlenmeye
devam edilmesi, Sinan’ın ve talebelerinin bu hususiyeti kuvvetle
hissettiklerini gösterir. Ancak, altıgenin geometrik karakteriyle kendi
hususiyetinden doğan, kare plandan altı ayaklı örtüye geçiş, birçok inşâi
zorluk ve tezyinî zorlamaları da beraberinde getiriyordu.”
Bu siteye bakılırsa Mimar Sinanın
eserlerinde en önemli gelişimin kaç gen olduğu ya da bu çok genlerin inşai
zorluk ve tezyini zorlamalarını beraberinde getirmesidir. Sanki Mimar Sinan
eserlerinde sadece bu çokgen sorunlarını çözmüş, ya da çözmeye çalışmışa
indirgersek konuyu; Büyük üstada ciddi haksızlık etmiş oluruz. Bence büyüklüğü
yapıya kattığı anlam, kullanım fonksiyonları hatta tüm bunların topoğrafyaya
uyumunu sistematik olarak çözmüştür. Betonarme karkas sistem ya da hidrolik kayar
kalıp sistemleri kullanmadan çözmüştür tüm bu inşai ve tezyini güçlükleri.
Eserlerine uzaktan bakıldığında silüetinde içine girildiğinde kullanım
fonksiyonlarına kadar her şey mükemmeldir.
Kuşkusuz tüm dünyanın tanıdığı
bildiği Türk İslam merkezi İstanbul un son dört yüz yıllık silüetinin
oluşmasında Mimar Sinanın yeri yadsınamaz.
Osmanlı imparatorluğunun en güçlü, sanatta ve teknolojide en üst noktada
olduğu dönemde mimarlık alanında en üst düzeyi oluşturmuştur. Daha sonra
gelenler uzun süre etkisinde kalmışlardır. Sinan’ın İstanbul’a kazandırdıkları
bir daha başka bir mimara nasip olmamıştır.
Bazen İstanbulu kim feth etti
sorusuna Mimar Sinan demek istiyorum. Özellikle Üsküdar sahilinden tarihi
yarımadaya doğru baktığımda içim kabarıyor. Acaba İstanbul un Türkleşmesinde
bir İslam şehri olmasında kanla kılıçla çabalayan Sultan Mehmet’in mi taşla
toprakla onu şekillendiren Mimar Başı Sinan’ın ve çıraklarının emeği mi çoktur?
Ataşehir de gökdelenlerin yanına
bir haşmetli cami yapıp onu güdük göstermek; Eskiden cami yapılır sonra
çevresine yüklenilecek fonksiyonları taşıyacak külliyesi yapılır şehir ya da
yerleşim bunun çevresinde oluşurdu. Önceden yapılmış gökdelenlerin yanına
getirilip konunca biraz güdük ve eğreti duran bir selâtin camii ya da Cuma Camii
olmuş gibi.
Bir taraftan da dört yüz yıllık
teknolojik gelişime rağmen Süleymaniye Camisinin kubbesinden daha
küçük bir kubbe biz sultanlarla yarışmıyoruz mesajını mı içeriyor? Avrupa
yakasındaki selâtin camilerine eş bir cami Anadolu yakasına dört yüz yıl sonra
yapılıyorsa onlardan ileri olmalı. İleri olmuyorsa da onlarla ilişkilendirilmemeli. Örneğin ismi Mimar Sinan Camisi yerine Tayyip Erdoğan Camisi olsa daha anlamlı olurdu. Bilindiği üzere bu cami başbakanın talimatı ile yapıldı, banisi kimse onun ismini taşısın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder