28 Ağustos 2011 Pazar

Büyükdere

İstanbul da en eski semtlerden, yada Boğaziçindeki en eski yerleşimlerden birisi de Büyükderedir. İÖ 5400 yılından itibaren tarih sahnesindedir, buda yaklaşık 7400 yıllık bir tarihe karşılık gelir. Büyükdere Bizans döneminde Vathys Koplos (Derin Körfez) yada Kalos Agros (Güzel Ülke ) olarak anılırdı. Antik çağda burada bir Artemis tapınağı olduğu bilinir. 1. Haçlı seferi komutanlarından Godefroy de Bouillon 1096 yılında Büyükdere kıyılarında kamp kurmuş ve çadırının bulunduğu noktaya bir çınar ağacı dikmiştir. Bu ağaç garip görünüşlü aynı noktadan yedi gövdenin çıktığı çevresi kırk metreyi aşkın bir çınardı. Bu semti çok seven Lady Montague bu ağaçtan söz etmiştir. 1930’larda Orman Fakültesine yer açmak için bu ağaç kesilmiştir!
Büyükdere geçen yüzyılın sonunda zengin Ermenilerin çok itibar ettiği bir bölgeydi. Bu ermenilerin çoğu katolik ermeniler idi. Bu sebeple burada bir ermeni katolik kilisesi ve okulu da vardır. Ermeni patriğinin yazlık residansı, Esayan, Abraham Paşa, Azaryan konaklarının yanı sıra, İspanyol ve Rus elçiliklerinin yazlık residanslarıda buradadır. 

Azaryan konağı 1950 yıllarında Koç ailesi tarafından satın alınmıştır. 1978 1980 yılları arasında restore edilerek Sadberk Hanım Müzesi adıyla müzeye çevrilmiştir. Türkiyenin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi gerçekten görmeye değer bir müze. Hüseyin Kocabaş koleksiyonunun müze koleksiyonuna katılması ile birlikte yandaki 20 yy başlarına ait binada müzeye katılmış 1988 yılında Sevgi Gönül binası olarak hizmete açılmıştır. İstanbul da Topkapı Sarayı, Dolma Bahçe Sarayı, Arkeoloji Müzesi gibi dünyanın önde gelen müzeleri var. Bu müzelerdeki devasalık, karmaşa, gecekondu vari düzenden sonra Sadberk Hanım müzesi bana çok huzurlu, dingin ve profesyonelce yönetilen bir müze gibi geliyor. Ben bu müzeyi çok seviyorum. İstanbul da yaşayan yada yolu düşen herkese ziyaret etmelerini öneriyorum. 

1955 yılında yapılan büyük İstanbul imarından önce Boğazda şimdiki sahil yolu yoktu! Eski Büyükdere caddesi adıyla andığımız yol Belgrad Ormanlarının içinden Hacı Osman Yokuşundan aşağıya Büyükdere ye iner oradan da sahildeki yalıların ve Eski Büyükdere Vapur iskelesinin arkasından İspanyol sefaretinin önünden sahile ulaşır oradan da sahilden Sarıyere varılırdı. Eski Büyükdere caddesi falan dediğime bakmayın geçen yüzyılda bu yol patikadan biraz daha iyi bir yolmuş. Çünkü Boğazda bütün ulaşım deniz yolu ile yapılıyordu.

Boğazda ilk vapur seferleri 1837 yılında başlamıştır. Daha önce ulaşım kayıklarla sağlanıyordu. Büyükdere İskelesi Boğaziçi’nin en geniş yerinde bulunmakta olup, Şirketi Hayriye tarafından 20. yüzyılın başlarında yapılmıştır. Mimarı kesin olmamakla beraber Ali Talat Bey’dir. İskele iki katlı kâgir bir yapı olup, dikdörtgen planlı, üzeri kırma çatı ile örtülüdür. Neo-Klasik üslubun özelliklerini yansıtan kemerli cephe görünümü ile dikkati çekmektedir. İskele içerisinde bekleme salonu, memur ve çımacı odaları bulunmaktadır. Cadde üzerine de gişeler yerleştirilmiştir. Boğaziçi’nin bu bölümüne yapılan kazıklı yol nedeni ile deniz tarafında 1989 yılında yeni bir iskele yapılmıştır. Bu sebeple eski iskele hizmet dışıdır. İstanbul İl Kültür Müdürlüğünce kültür varlıkları listesine alınan eski iskele binası şu anda harabe halindedir!













1989 yılında Hacı Osman Yokuşunun bitimine yakın Çayırbaşı yolunun başından İspanyol Sefaretinin önüne kadar kazıklı yol yapılarak, yoğun trafik bir nebze tarihi dokunun içinden çıkarılmıştır. Ama tarihi ruhu ne yapmıştır tartışmalı! Geçen yüzyılın başından itibaren azınlıkların coğrafyamızı terk etmeye başlamalarıyla, yeni şehirleşme ve imar atılımları ile beraber Büyükdere yavaş yavaş harabeye dönmeye başlamıştır. Yukarda sırtlardaki amansız betonlaşmanın da katkısıyla ağaçlıklar azalmıştır. Göksu koyunda toplanan kayıklarla, hanende ve sazendelerle gelinip mehtap seyredilen Büyükdere  tarihteki anıların içinde yavaş yavaş kaybolmaktadır. Yukarda yazının başında görülen Abdullah Fereres tarafında 1889 yılında çekilen fotoğrafı günümüzde çekmeye çalıştım. Her halde kayboluşu anlatmada kelimelerin ne kadar kifayetsiz olduğunu ispatlıyor.

21 Ağustos 2011 Pazar

Kayısı Dolması



Gerekli Malzeme:
1 kg kayısı
1 su bardağı pirinç
1 yemek kaşığı tereyağı
1/5 demet maydanoz
1 1/5 su bardağı toz şeker
1 ½ bardak su
İçin hazırlanması:
Pirinçler tereyağı ile hafif kavrulup 1 bardak su eklenir, ince doğranmış maydanozlar ve bir kaç kaşık şeker eklendikten sonra pirinçlerin şişmesi için biraz dinlendirilir.
Dolmanın yapılması:
Kayısılar hafifçe açılıp iki parça birbirinden ayrılmadan çekirdekleri çıkartılır. Daha sonra içlerini bir çay kaşığı yardımı ile pirinçler doldurulur. Daha sonra bir tava yada yayvan bir tencereye yan yana dizilirler. Üzerine bir bardak şeker yarım bardaktan az su ekleyerek yirmi dakika pişirilir. Kayısıların iyice yumuşadığı kontrol edilerek ocaktan indirilir. Kayısının cinsine göre pişirme süresi uzayabilir.
Bu yemek pirincin içine kıyma eklenerekten pişirilebilir. Eskiler bunu kıymalı olarak yapar ve bir ana yemek olarak yaparlarmış. Günümüzde tatlı ve meyveli et yemekleri artık yavaş yavaş kayboluyor, artık etli ayva yada erikte pişirilmiyor. Bizde evde genellikle tatlı olarak pişiriyor yemek üstüne yapıyoruz. Bu yemek için bir incelikte kayısının yarısı tatlı yarısı mayhoş olmalı. Böylece yerken de bir tatlıdan bir mayhoştan yenmeli. Buda ayrı bir incelik.
Unutulmaya yüz tutmuş eski yemeklerden birisi olan kayısı dolması yemeğini biz evimizde bir tatlı olarak yaşatıyoruz. Mevsime göre dondurma yada kaymakla servis yapıyoruz. Deneyenlere afiyet olsun.